GELENEĞİN BİRİKİMİNDEN YENİ BİR DÜŞÜNCENİN İNŞASINA...

BAĞIŞ E-BÜLTEN

15 Mayıs 2018

Çağdaş Düşüncede İnsan Çalıştayı Gerçekleştirildi

İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi kapsamında İnsan Tanımları Çalıştaylarının ikincisi Çağdaş Düşüncede İnsan Çalıştayı 18 Mart 2017 Cumartesi günü gerçekleşti.

Çeşitli disiplinlerden alanında uzman akademisyenin yanı sıra doktora ve yüksek lisans öğrencileri tarafından da takip edilen Çağdaş Düşüncede İnsan Çalıştayı’nın birinci oturumuna İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden İhsan Fazlıoğlu başkanlık etti. Bu oturumun ilk konuşmacısı İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Lütfi Sunar oldu. Modern Zamana Geçerken Bedenleşen İnsan: John Locke'un Beden, Emek ve Mülkiyet Kuramının Bir Eleştirisi başlıklı tebliğinde Sunar, klasik çağdan modern zamana geçerken yaşanan tartışmalar arasında insanın mahiyetine ilişkin olanlarının özel bir öneme sahip olduğundan bahsetti. Zamanla bu tartışmalar siyasal sistemin yapısının nasıl olması gerektiğinin incelenmesine doğru evrilmiştir. Modern siyaset felsefesinin en önemli düşünürlerinden olan ve İngiliz liberalizminin kurucu ismi addedilen Locke'un sosyal sözleşme teorisi liberal modelin temelini teşkil etmektedir. Locke felsefesinde bedene verilen yerin önemi üzerinde duran Sunar, Locke’un mülkiyet fikrini insanın kendi bedeni üzerinde dolaysız olarak tasarrufta bulunma hakkına dayandırdığını ifade etti. Locke, her şeyden evvel mülkiyetin garanti altına alınması gerekliliğini öne sürmüştür. Sunar’ın vurguladığı üzere uygarlığa geçişi, eşdeyişle doğal durumdan çıkışı toplum sözleşmesine dayandıran Locke gibi düşünürler ilk etapta her ne kadar toplumu açıklamaya yönelik düşünceler serdediyor gibi görünseler de esasında amaçları devlet dediğimiz yapıyı izah etmektir. Sunar, Locke'un doğal hukuk fikrini özgürlük ile ve özgürlüğü de mülkiyet ile açıklamasının oldukça önemli olduğuna değindi. Locke kendinden önceki düşünürlerin mülkiyet teorilerini yeniden yorumlamış ve onlardan farklı olarak da mülkiyetin bireylere devredilemez olduğunu bildirmiştir. Bunun sonucunda da mülkiyeti garanti altına alacak bir siyasi sistem kurma yoluna gitmiştir. Doğal sistem tam anlamıyla özgürlüğün hüküm sürmekte olduğu ve tüm insanların eşit olarak görüldüğü sistemdir.

Olkan Senemoğlu Bir Türsel Varlık Olarak İnsan: Rousseau'dan Marx'a İnsanın Mahiyeti Tartışması başlığını taşıyan tebliğinde Rousseau, Hegel, Feuerbach ve Marx düşünceleri ekseninde insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerin neler olduğundan bahsetti. Bu tartışmanın esasında insanın bir tür varlığı veya türsel bir varlık oluşuna dayandığına vurgu yaptı. Rousseau doğa durumu ve uygar durum arasındaki ayrıma sıklıkla vurgu yapar ve buna göre Rousseau'nun doğa durumu ile kastı oldukça açık bir biçimde insanın ilk yaban halidir ki o kendi doğa durumu anlayışını Hobbes ve Locke gibi düşünürlerden farkı itibarıyla ortaya koymuştur. Hayvan içgüdüleriyle eyler ve insan ise özgür eylemiyle. Rousseau'yu özgün kılan yönü ise insanların temel gereksinmelerinden dolayı toplumsallaştıkları kanaatini reddetmesidir. Doğa durumundan özgür duruma geçişin temelini ise Rousseau içgüdünün yerini koşullandırılmış bir akla devretmesinde görür. Tebliğin devamında Senemoğlu, Hegel düşüncesinde insanın doğa karşısında kendi doğasını ortaya koymasından ve yine aynı doğa karşısında özgür iradesi ile eyleme kabiliyetine sahip olduğundan bahsetti. Hegel'e göre insan bir insan olarak var olabilmek için ötekine başvurmak zorundadır. İnsanın hayvandan farklı olarak bilinçli bir hayat etkinliği söz konusudur. İnsan doğasından Hegel ne anlamaktadır? Tin'in dünya tarihi zemininde edimselleşmesi sürecinden bahseden Senemoğlu, buna göre söz konusu süreç içerisinde Hegel'in genel olarak ağırlığı insan doğasının tüm zamanlarda aynı kalışına verdiğine atıfta bulundu. İnsanın yapıp ettikleri farklılaşmakta fakat yine de özü değişmeden kalmaktadır. Marx'a göre ise insan evrensel bir varlıktır ve eylemlerini doğa içerisinde gerçekleştirir. Doğada hazır bulduklarını işleyerek doğa ürünleri elde etmesi ve kendi ürünü haline getirmesiyle hayvanlardan farklılaşır.

Bilim ve Sanat Vakfı’ndan Eyüp Süzgün Çağdaş Nörobiyolojik İnsan Tasavvuru: Beyin Üzerinden İnsana Dair Bir Tartışma başlıklı tebliğinde insana dair bu tartışmada çalışma alanını beyin tartışmalarıyla çerçevelendirdiğini belirterek bu konuyu iki ana tema üzerinden değerlendirdi. İlk olarak çağdaş nörobiyolojik çalışmaların nasıl bir insan tasavvuruna sahip olduğunu açıklayan Süzgün, ikinci olarak bu çalışmaların sonuçlandırdığı beyin fikrinin ne açılardan eleştirilebileceğini ortaya koydu. Çağdaş nörobiyolojinin konusu olan beyin fikrine nasıl ulaştığını tarihsel bir arkaplan sunarak günümüze kadar ne gibi evrelerden geçtiğini belirtti. Zihin tartışmaları temelde iki ana koldan tartışmalarını sürdürür. İlk yaklaşım tekçi yani insanın ya sadece ruhtan ya da sadece bedenden ibaret olduğunu savunurken düalist yaklaşımın insanın hem bedenden hem de bir zihinden meydana gelebileceğini savunur. Çağdaş nörobiyoloji ise tekçi görüşün baskın olduğu bir yönde çalışmalarını sürdürmektedir. Bu bağlamda davranışçı yaklaşımın sorunlarını ve çıkmazlarını ortaya koyan Eyüp Süzgün, bilinç problemine henüz kesin bir yanıt verilemediğinin altını çizdi. İnsanı anlamanın bilinçli dünyanın yapısının analizini yapmaktan geçtiğini vurgulayarak tartışmaların öznenin neliği, bilincin mahiyetinin anlaşılması noktasında devam ettiğini söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.

Marmara Üniversitesi’nden Ömer Türker’in başkanlığını yaptığı ikinci oturumda İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Latif Karagöz, Eylem ve Aktör: Çağdaş Psikolojide Özne Tartışmaları başlıklı tebliğinde Descartes ile birlikte öznenin varlığın merkezine yerleştirilmesinin modern psikolojinin felsefi paradigmasını teşkil etmesinden bahsedip akabinde bu anlayışın çağdaş psikolojideki yansımalarının bir eleştirisini sundu. Özne kavramının psikoloji disiplini söz konusu olduğunda ne şekilde ele alındığından bahsetti. Bu minvalde olmak üzere Freud ve Lacan’ın psikanaliz geleneği dahilinde insanın mahiyetine yönelik serdettikleri düşünceler, özne meselesi bağlamında post yapısalcı ve post modern tartışmalara yön vermiştir.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden Metin Özdemir, Çağdaş İslam Düşünürleri Açısından Özgürlük Sorunu başlığını taşıyan tebliğinde İslam düşünce geleneği içerisinde özgürlük sorununun ele alınışını farklı ekoller bağlamında ortaya koydu. Kelamın ilk dönemlerinde bu hususta en çok öne çıkan ekollerden olan Cebriyye insanın fiillerinin doğrudan Allah tarafından yaratıldığı iddiasına sahiptir. Özdemir’in ifade ettiğine göre Müslüman kelam ekolleri arasında en rasyonel olanı addedilen Mutezili görüş de dahil hemen hepsi Allah merkezli bir kelam anlayışına sahiptir. Bu konudaki Mutezili görüşün yanı sıra Sünni yaklaşımın görüşlerine de yer veren Özdemir, bu disiplinlerin insanın kaderi ve özgürlüğüyle ilgili görüşlerinin de genel bakış açılarına uygun biçimde ortaya konduğunu belirtti. Her şey Tanrı'nın bilgisinde mevcuttur ve ezelden beri takdir edilmiştir denebilir mi? Tanrı'nın her şeyi yaratmasına engel olmadan, İlahi ilmin bilgisini pasif hale getirmeden insanın özgürlüğünü temellendirmek mümkün müdür? Bu minval üzere Muhammed İkbal, ilahi ilim ve iradeyi birbirinden ayırmaktadır. İmam-ı Azam ise Allah'ın insan fiillerine ilişkin bilgisinin belirleyici değil tasviri olduğunu ifade eder.

Üçüncü ve dördüncü oturumlar İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi İbrahim Halil Üçer başkanlığında devam etti. İstanbul Üniversitesi’nden Rıdvan Özdinç Yeni İlm-i Kelam Arayışlarında İnsan Telakkisi başlıklı tebliğinde modern dönemde ortaya konan insan telakkilerinin bünyesinde geçmiş telakkileri de içerdiğini belirtti. Müslümanların içtimai ve siyasi hayatı tanzim ederken esas aldıkları yapı kelam-fıkıh sistemidir. İslam düşüncesinde hürriyet genelde insan mesuliyeti ve bu mesuliyetin sınırları etrafında tartışılmıştır. İnsanın sorumluluğu, hüsün-kubuh, kader, irade, marifetullah gibi bir dizi sistemi oluşturan parçalar tanımlanmıştır. İslam düşüncesinde hürriyet bu iki temel üzerinde oturmaktadır.

Uludağ Üniversitesi’nden Kasım Küçükalp Yeni Hümanizm ve İnsan Kavramının Küçülmesi başlığını taşıyan tebliğinde modern ve çağdaş zamanlarda insanın neye/nelere maruz kaldığı sorusu çerçevesinde sunumuna başladı. Küçükalp 15 ve 16. yüzyıllardan itibaren gelişen yeni dünya tasavvurunun varlık durumunun insanın bu dünya içerisindeki yerini belirlediğine işaret etti. İnsan kavramının küçülmesi kavramına vurgu yapan Küçükalp, modern düşüncenin varlık mertebeleri ve insan-ı kâmil kavramlarını terk ettiğine değindi. Buna karşın klasik dünya görüşü açısından bakıldığında gerek evren ve gerekse bir bütün olarak varlık, teleolojik karakterine bağlı olarak, niteliksel ayrımların söz konusu olduğu, maddeden Tanrı’ya yükselen hiyerarşik bir yapı fikrine dayalıydı. Dünyanın insanın bir yaratımı olduğunun fark edilmesi gerçekleşmiştir. Tanrı’nın kaybolan otoritesinin yerini insan otoritesi almıştır. Modern düşünce beraberinde telos fikrinin de yitimine sebep olmuştur.

Muş Alparslan Üniversitesi’nden Adem Levent Homo-Economicus, Rasyonel Birey ve Ortodoks İktisat başlıklı tebliğinde Homo economicus temelli insan tasavvurunun Ortodoks iktisata yön verdiğini belirtti. Homo economicus veya iktisadi insan kavramı iktisat disiplini içerisindeki en önemli kavram olma özelliğine sahiptir. İktisatçıların benimsemiş oldukları toplum ideali esasında iki temel varsayıma dayanır: Bunlardan ilki insanı belirleyen doğal ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçları tatmin için bir mekanizma olarak çalışan homo economicus’tur.

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nden Ahmet Göksu Evrilen Darwinizm ve İnsan Üzerine Tartışmaları başlıklı tebliğini sundu. Evrim düşüncesi ve onun üzerine inşa edilegelen teorilerin kökeni kadim zamanlara dayanmaktadır. Evrim teorisi denildiğinde ilkin akla şüphesiz ki Darwin’in evrim kuramı gelir. Darwin tüm canlıların doğal seçilim yoluyla uzun zaman dilimleri içerisinde evrilerek çeşitlendiği düşüncesini savunmuştur. Bu kuram sadece biyoloji alanının sınırları içerisinde kalmayıp insanı ilgilendiren bütün diğer disiplinlere sirayet etmiştir. Fakat bilhassa türsel dönüşümün kültürel ve toplumsal değişim ekseninde ele alındığı yeni tartışmalar günümüz evrim kuramlarının farklı boyutlarının dikkate alınarak incelenmesi gerekliliğini göstermektedir.

İstanbul Üniversitesi’nden Ahmet Karakaya “İnsan” ve “Kişi” Kavramlarının Tıp Etiği Çerçevesinde Değerlendirilmesi başlıklı tebliğinde organ nakli, yardımcı üreme teknikleri ve kök hücre tedavileri vb. hususlarda tıp alanında yaşanan gelişmelerin biyoetik alanının oluşmasına sebebiyet verdiğine değindi. Dolayısıyla ortaya çıkan bu disiplin vesilesi ile tıbbi araştırma ve uygulamalardan doğan meseleler çerçevesinde sağlık, hastalık, yaşam ve ölüm gibi kavramlar yeniden sorgulanmaya tabi tutulmuştur. Beyin ölümü kavramının esasında organ naklini artırmak için ortaya atılan bir kavram olduğuna vurgu yapan Karakaya, insan ve kişi kavramları zemininde gerçekleşen tartışmaların giderek embriyonik kök hücre çalışmaları başta olmak üzere kürtaj ve yardımcı üreme teknikleri gibi yaşamın başlangıcına dair etik sorunlar içeren konular ile; beyin ölümü ve organ nakli gibi yaşamın sonuna dair etik sorunlar içeren tıbbi konular başta olmak üzere tıp etiği araştırmalarının merkezi konularından biri haline gelmiştir.

Çalıştay katılımcıların aktif katılım ve müzakereleri ile oldukça verimli geçen çalıştay toplu fotoğraf çekilmesinin ardından son buldu. Çalıştayda sunulan tebliğlerin editöryel bir çalışmayla 2017 yılı içerisinde yayımlanması amaçlanıyor.