GELENEĞİN BİRİKİMİNDEN YENİ BİR DÜŞÜNCENİN İNŞASINA...

BAĞIŞ E-BÜLTEN

23 Mayıs 2018

Modern Türkiye'de Devletin Schmittyen Bir Okuması

Konuşmacı: Bünyamin Bezci

Sakarya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nden Bünyamin Bezci İLEM Kapanış Konferansı çerçevesinde, Modern Türkiye'de Devletin Schmittyen Bir Okuması Üzerine adlı bir seminer verdi. Program 21 Mayıs 2011 Cumar­tesi saat 18:00'de Sabahattin Zaim Kültür Merkezinde gerçekleşti.

Seminer Osmanlı sonrası devlet geleneğimizi Schmitt üzerinden anlamaya çalışma mahiyetindeydi. Bünya­min Bezci, Schmitt'in Türkiye ile ilgili olan çalışmaları­nın Türk-Yunan Mübadelesi üzerine olduğunu ve Ona göre Türk ve Yunan devletlerinin kuruluşunun bu mü­badele ile mümkün olduğunu belirtti. Aynı zamanda Türkiye için Yunanistan'ın 'asli' düşman olması da Shmitt?e göre gayet olumlu bir durumdur. Çünkü O'na göre devletin güçlü olabil­mesi ne kadar homojen ol­masına ve asli bir düşmanın olmasına ciddi anlamda bağ­lıdır.

Bezci, Schmitt'i övmek iste­yenlerin Onu 20. yüzyılın Hobbes'i olarak yansıttıklarının, yermek isteyenlerin ise nasyonel sosyalizmin en büyük hukukçusu olarak takdim ettiklerinin altını çizdi. İlk etapta bir çelişki gibi görünen bu durumun aslında çok da yanlış olmadığını ve onun yaşadığı dönemlerle alakalı olduğunu belirtti.

Türkiye devlet yapısının genelde Rousseau üzerinden anlaşılmaya çalışıldığını belirten Bezci, Rousseau'da çok önemli bir yeri olan 'genel irade' kavramının aynı anda hem totaliter hem de liberal anlayışa kapı arala­masına rağmen Türkiye'de genelde sadece totaliter yö­nünden etkilenildiğinin altını çizdi. Hatta M. Kemal'in Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi adlı eserini okurken altını çokça çizdiğini belirtti. Kompleks bir yapısı olan Türk devlet anlayışının sadece Rousseau üzerinden an­lamaya çalışmanın yetersiz kaldığını belirten Bezci, Schmitt'ten yola çıkılarak devlet yapımızın ve bürokra­simizin karanlık noktalarının aydınlığa kavuşturulabi­lineceğini söyledi.

Bezci, Schmitt'e göre 'politik' olanın diğerleri önün­de bariz bir önceliği olduğunu belirtti ve bunun bizim devlet geleneğimizde de aynı şekilde olduğunu söyledi. Örneğin 28 Şubat sürecinde devletin temel prensipleri­ni korumak halkın iradesinden daha ağır basmıştır ve 'devlet' tehlike olarak gördüğü halkını hizaya getirme çabasına girmiştir.

Yine modern devlet total (bütüncül) bir özellik göste­rir. Bu yönüyle coğrafi bütünlük ve merkezî yapı çok önemlidir. Bezci, modern devletin müdahalesi dışında bir alan bırakmamaya çalıştığını belirtti ve bunun sebe­bini de devletin bizzat kuruluş amacı ile ilgili olduğu­nu ifade etti. Devletin her bir birey arasındaki çatışma­yı önlediği için kutsallığı fikrinin Schmitt tarafından da kabul gördüğünü söyledi.

Bezci, homojenlik konusuna tekrar değinerek Schmitt'te Alman dili, Alman kültürü ve dinî temel­de bir homojenliğin önemli bir yeri olduğunu ifade etti. İran'da dinsel temelde bir homojenliğin olduğu­nu, Türkiye'de ise bir süre ırka dayalı bir homojenliğin oluşturulmaya çalışıldığından bahsetti.

Tekrardan 'politik olan' kavramına geri döne­rek politik olan nasıl bir şeydir sorusuna cevap bulma­ya çalıştı. Schmitt'e göre politik olan sınırsız bir şey­dir. Her şey politik olabilir. Schmitt için siyaset payla­şım için değildir. Dost-düşman temelli bir siyaset tar­zı vardır Schmitt'te. Dost-düşman yoğunluğu ne kadar fazlaysa siyaset amacına o kadar ulaşmıştır. Bezci poli­tik olanı tespit konusunda, kişiler kendisini âdeta o şey­le anlamlandırıyorsa ve o şey için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırsa o kişi için o şey politik bir hal almış­tır. Bu anlamda her şeyin politik olabileceğini belirten Bezci, futbolun hatta sanatın politik olabileceğini ifa­de ederek güncel tartışmalardan örnekler verdi. Bed­ri Baykam'ın salt resim yapmadığını sanatını politik bir düzlemde sürdürdüğünden bahsetti. Mesela Atatürk Kültür Merkezi'nin, birçok kişi için bir yapı olmaktan ziyade Atatürk ve onun prensipleri ile özdeşleştirildi­ğinden bahseden Bezci o binanın yıkılmasının bu ki­şiler üzerinde Atatürk?ü yıkmak gibi bir etki yapaca­ğını söyledi. Kemalizm'in bu yönüyle hem politik bir şey hem de toplumu da politize eden bir şey olduğu­nu ifade etti. Bu perspektiften bakıldığında Schmitt'in Türkiye hakkında çok şey ifade ettiğini söyleyen Bezci, toplumsal alanla siyasal alanın ayrışması üzerinde dur­du. Toplumsal alandan siyasal alana geçmek için birta­kım süzgeçler olduğunu bu süzgecin Osmanlı'da Sün­nilik olduğunu Türkiye'de ise laikliğin bunun yerini al­dığını ifade etti. Mesela Atatürk yanında Latife Hanım gibi bir çarşaflı hanım bulundurmakta bir mahsur gör­memiş ama siyasi ortamlarda Latife Hanım pek görül­memiştir.

Ulusal kimlik konusunda da Schmitt'in çok şey söyle­diğini belirten Bezci, kimlik inşasının dostluklar üze­rinden değil daha çok düşmanlıklar üzerinden inşası­nın Schmitt?in önem verdiği bir durum olduğunun al­tını çizdi. Ancak bu düşmanlık psikolojik ve kin temel­li bir düşmanlık değildir. Türkiye'nin Batı'yı düşman olmaktan çıkarmasının ardından kendisine yeni düş­manlar aradığını ve çaresiz olarak uzun yıllar beraber yaşadığı Rum, Ermeni, Kürt, Arapları kendisine yeni düşmanlar olarak seçtiğini belirtti.

Siyasal elitizmin Schmitt için hiç de olumsuz bir kav­ram olmadığını belirten Bezci, eğer seçilenler toplumu temsil edebiliyorlarsa pekâlâ meşrudurlar. Yani onun için demokratik olup olmadığı sadece temsil edebilip edemedikleriyle alakalı bir durumdur. İlla parlamenter demokrasi şart değildir. Hatta parlamentonun Onun gözünde olumsuz olabilecek bir yeri vardır. Schmitt'e göre bir devlet ne kadar hızlı karar alabiliyorsa o kadar başarılıdır; bu yönüyle parlamentolar birer sonsuz soh­bet alanıdır.

Bezci devletin halk, siyaset ve bürokrasi şeklinde üç ka­tegoriden oluşmakta oluştuğunu ifade etti. Mesela tek parti döneminde bizde ilk iki alan üçüncüsü aleyhi­ne olabildiğince dardı. Siyaset yapabilmenin tek yeri CHP, kültürel faaliyetlerin de tek yeri halk evleriydi. Schmitt'e göre devlet bireyleri bir araya getirmiştir, bi­reyler devleti değil. Bu çerçeveden bakıldığında darbe­lerin neden meşru görüldüğünün anlaşılabileceğini be­lirten Bezci, Türkiye siyasal yaşamında asıl olanın hu­kuk değil düzen olduğunu söyledi. Bu çerçevede devlet düzeni değişmeye başladığında 'devletin sahibi' gelir; düzeni sağlar. Hukuk sonradan ortaya çıkan bir şeydir.

Yine Schmitt çok fazla partinin olduğu bir düzeni sev­mez, buna gerek de yoktur. Halkı temsil edebilecek bir tek parti sistemi çok partili düzenden daha faydalıdır Schmitt'e göre. Bezci tek parti dönemi değişim süre­cini yönetecek ve halkı sınıf temelli çatışmadan koru­yacak bir düzenle Schmitt'in bu düşünceleri arasın­da direk bir bağlantı olduğunu ifade etti. Son olarak da Türkiye'de süren başkanlık sistemi konusunda da Schmittyen bir açıklamanın yapılabileceğini belirten Bezci, parlamenter sistemde karar alma ve yönetme sürecinin birçok organ tarafından yürütüldüğünden başarının ve başarısızlığın çok kolay tespit edilemedi­ğini belirtti. Ancak başkanlık sürecinde bütün sorum­luluğun tek elde toplanması ile kötü gidişatta başka­nın değişimiyle soruna anında müdahale imkânı sun­duğunu belirtti. Bezci bu yönden AK Parti'nin bir de­ğişim sürecini başlatmasının yanında bu konuda ol­duğu gibi devlet refleksi ile davranabildiğini ve statü­kodan yana tavır alabildiğini ifade ederek sunumunu bitirdi. Ardından kısa bir soru-cevap faslından sonra seminer sona erdi