Uludağ Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi Feridun Yılmaz İLEM Açılış Konferansı çerçevesinde 'Rasyonalitenin Sınırları: İktisat Biliminde İnsan' konulu bir seminer verdi. İktisat disiplininin merkezî kavramlarından biri olan rasyonalite kavramının ele alındığı konferansta rasyonalite ve iktisat ilişkisi bağlamında ortaya çıkan insan tasavvuru irdelendi. İktisattaki hâkim teori içerisinde rasyonalite kavramının kendisini felsefeden ayrıştırma çabasının iktisatta ortaya çıkardığı izdüşümler, Heidegger'den Gademer'e uzanan bir çizgide tartışıldı. 'Modernlik, insanı ergenlikte bırakır!': Modern dünyanın insanı ergenlikte bırakmanın da ötesine doğru evrildiği bir sürecin içinde bulunmaktayız; ancak yine de insanlığın ergenlikte duruyor olması bir şekilde insanlıkta ısrar ettiği anlamına da gelmekte diyen Yılmaz'a göre bilimlerin ve Batı düşüncesinin insanın ergenlikten, insan olamayacağı hâle dönüştüğü bir süreç içerisinde olduğunu görebiliyoruz. Batı düşüncesinden burada kastedilen aynı zamanda Batılı tarihsel varoluştur. Bizler de birer Batılı olarak doğmak mecburiyeti içerisindeyiz ve yine -her ne kadar itiraz etsek dahi- onun içerisinde öleceğiz. Zira Batı düşüncesinin serüveni, Batı düşüncesinin dışında olduğumuzu belirleyen bizlerin de tarihsel varoluşumuzu belirleyebilecek yazgısal bir konuma gelmiştir. Bilimlerin, bilim olarak var olabilmelerinin tek imkânı; felsefenin yok olması ile mümkündü. Felsefenin, Batı düşüncesinin güzergâhını belirleyici rolü bilimlerin çıkışıyla sona ermiştir. Böylelikle, kendi içerisinde zenginleşmeye devam ettiğini savunsa dahi felsefenin düşünmeye yönelik katkısından artık söz edemeyiz. 19. yüzyılda kendisini doğa bilimlerine benzetme konusunda en tutkulu bilim olarak iktisat bilimini görmekteyiz. Bir disiplin olarak iktisadın seyri; Batı düşüncesinin tarihsel varoluşunun insanlığı radikal bir şekilde biyolojik bir varlığa doğru götürdüğüne dair yazgısal serüveninin en iyi temsil edildiği seyirlerden biridir. Bu duruma, biraz geriden bakıldığında diğer bilimlerde de tanıklık edilebiliyor; ancak iktisatta çok daha somut bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla iktisatta rasyonalite ve artık pek söz edilmiyorsa da iktisatta insan kavramından konuşmak genel Batılı tarihsel serüvene ilişkin de konuşmak anlamına geliyor diyen Yılmaz için sorun; iktisadın matematikselleşmesi yahut doğa bilimlerine benzeme başarısının çokça olması değildir. Zira öyle olsaydı sorun; basit bir metodolojik tartışmadan ibaret kalırdı. Oysa iktisattaki bu matematikselleşme, felsefenin bağrından kopan ve kaderi galiba hepsinin bir çeşit matematikselleşmesinden ibaret olan ve kendine muhatap bildiği insan denilen varlığı giderek biyolojik bir varlığa indirgeyen bir serüvenin öyküsünü göstermektedir. İnsana ilişkin düşünme ameliyesi olan sosyal bilimlerin ama özellikle de iktisadın deneysel bilime doğru yol almaya başladığını ve bu deneysel bilime doğru gidişte de doğrudan doğruya insanların biyolojik varlıklarına odaklanarak bu işi gerçekleştirme çabasına giriştiklerini görmekteyiz. İktisatta şimdilik bir eğilim olarak durmaktalar ama yönelimi göstermekte, ima ve iddia etmektelerdir. Deneysel iktisatla, bu çatı altında yapılagelen faaliyet; bilinen insanı, diğer canlılardan bir canlı olarak gören anlayışı ifade etmektedir. İnsan diğer canlılardan bir canlı ise ve diğer canlıların davranışlarının anlaşılması; bedenlerinin anlaşılması ile gerçekleştirilebiliyorsa bu durum aynı şekilde insana ilişkin de geçerli olabilir. Dolayısıyla bir bireyin iktisada ilişkin davranışını da bu şekilde pekâlâ anlayabiliriz gibi bir netice önümüze çıkmaktadır. İnsanı 'düşünen' ve 'eyleyen' bir varlık olarak iktisadın standart terminolojisinde rasyonel seçim teorisi çerçevesinde davranışlarını belirleyen, faydasını maksimize etmek üzere tutarlı davranan, tercihlerini tutarlı gerçekleştiren bir yaratık olarak tanımlayan Yılmaz; iktisatta rasyonel kavramının, insanın tercihlerini tutarlı gerçekleştirebilmesine denildiğini, rasyonel insanın ise son derece daraltılmış içsel tutarlılık varsayımı adı altında tanımlanmış bir davranış olduğunu belirtmiştir. Başta söylenen ergenlikle, iktisadın bilim olarak insan davranışlarının -beyinsel fonksiyonların işleyişinden yola çıkarak; insanın- anlaşılabilmesinin arasında ne gibi bir problem bulunmakta diye soracak olursak; çok hayati bir problemle karşı karşıya olduğumuzu fark ederiz. Seminerin son bölümünde Feridun Yılmaz; 'İnsan; ölüme doğru varlıktır.' ifadesiyle 20. yüzyıl düşünürünün çok kökensel bir şeyi ifade etmiş olduğunu söylemektedir. Zira böylelikle yalnızca insanların öldüğünü; hayvanların, bitkilerin ölmediğini, onların bir biyolojik tarzdan başka bir biyolojik tarza dönüştüğünü; oysa insanların öldüğünü ve varoluşsal anlamda bir dönüşüm geçirdiğini iddia etmiştir. Bununla birlikte bilimler -sosyal bilimler de dâhil- ise genetiğe doğru odaklanarak aslında insanların da ölmediğini, tıpkı bitki ve hayvanlar gibi olduğunu, varoluşsal anlamda kadim-kendi dünyamızdan bildiğimiz ölüme ilişkin değil; bir biyolojik tarz değişimine uğradıklarını giderek bizlere öğretmeye başlamışlardır. Şimdilik ima etseler dahi giderek daha da iddia eder hâle geleceklerdir. Bu yönüyle de insan aslında insan olmaktan da çıkmaktadır. Kendi içinde sınırlı olan rasyonel davranışın bile ötesine gidilerek, tamamen genetiği üzerinden doğa bilimlerinden devşirilen bilgi ile hakkında konuşulan bir yaratıktan artık söz etmekteyizdir. Bu sebeple de ütopik fikirlerin gerçekleşme ihtimalini de hep çok yakınımızda hissediyoruz ve bu yüzden de aslında böyle bir tarihsel varoluşla ve kaderle yüz yüze olduğumuzu da unutamıyoruz. Garip olan ise şudur; böyle bir kaderin içine hiç doğmamış gibi davranmayı yeğliyoruz. Alternatif düşünce geliştirip buna itiraz etmek yahut bizim geleneğimiz farklıdır gibi ifadelerin hepsi anlamlı olsa dahi, o ifadelerin konforuna kendimizi bıraktığımız an aslında kendi konforumuzu tahkim ediyoruz sadece. Sanki o dünyaya hiç doğmamışız gibi konuşmayı ve karşılıklı birbirimizi kandırmaya devam etmeyi yeğliyoruz. Bir embriyoyu bir genetikçinin eline teslim ediyoruz. İsteğini, uygunsa buyurduklarını kabul ediyoruz. Ancak varoluşsal bir kaygıya sahipsek, içimizden atamadığımız bir uhde her zaman bize kendini hissettirmektedir. Yok, eğer ki bu şekilde değilsek, o vakit bu konforun içinde yaşıyoruz demektir. Sanki buraya doğmamış, sanki bunun içinde ölmeyecek ve sanki hiç imtihana tabi tutulmamışız gibi davranarak hayatı bir aldanma ile geçirme yolunu seçiyoruz demektir. Sorun; ne bilimlere, ne iktisada, ne ilahiyata ilişkin. Sorun; tarihsel varoluşa ilişkin bir sorundur diyen Yılmaz konuşmasını; 'insanlık modernlikle birlikte ergenlikte bırakılmıştır ama ergenlik çocuklukla karışık bir çeşit insanlık hâliydi. Şimdi ise -adı hâlâ modernlik olabilir belki ama- içinde yaşadığımız her ne ise bu yaşaya geldiğimiz süreç içerisinde bizler, çocuklukla karışık bir çeşit insanlık hâlinin de ötesinde, yeniden başladığımızın iddia edildiği yere; hayvanlığa doğru çağrılıyor, götürülüyor ve sürükleniyoruz.' şeklindeki sözleriyle bitirdi.
Uludağ Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi Feridun Yılmaz İLEM Açılış Konferansı çerçevesinde 'Rasyonalitenin Sınırları: İktisat Biliminde İnsan' konulu bir seminer verdi.
İktisat disiplininin merkezî kavramlarından biri olan rasyonalite kavramının ele alındığı konferansta rasyonalite ve iktisat ilişkisi bağlamında ortaya çıkan insan tasavvuru irdelendi. İktisattaki hâkim teori içerisinde rasyonalite kavramının kendisini felsefeden ayrıştırma çabasının iktisatta ortaya çıkardığı izdüşümler, Heidegger'den Gademer'e uzanan bir çizgide tartışıldı.
'Modernlik, insanı ergenlikte bırakır!': Modern dünyanın insanı ergenlikte bırakmanın da ötesine doğru evrildiği bir sürecin içinde bulunmaktayız; ancak yine de insanlığın ergenlikte duruyor olması bir şekilde insanlıkta ısrar ettiği anlamına da gelmekte diyen Yılmaz'a göre bilimlerin ve Batı düşüncesinin insanın ergenlikten, insan olamayacağı hâle dönüştüğü bir süreç içerisinde olduğunu görebiliyoruz. Batı düşüncesinden burada kastedilen aynı zamanda Batılı tarihsel varoluştur. Bizler de birer Batılı olarak doğmak mecburiyeti içerisindeyiz ve yine -her ne kadar itiraz etsek dahi- onun içerisinde öleceğiz. Zira Batı düşüncesinin serüveni, Batı düşüncesinin dışında olduğumuzu belirleyen bizlerin de tarihsel varoluşumuzu belirleyebilecek yazgısal bir konuma gelmiştir. Bilimlerin, bilim olarak var olabilmelerinin tek imkânı; felsefenin yok olması ile mümkündü. Felsefenin, Batı düşüncesinin güzergâhını belirleyici rolü bilimlerin çıkışıyla sona ermiştir. Böylelikle, kendi içerisinde zenginleşmeye devam ettiğini savunsa dahi felsefenin düşünmeye yönelik katkısından artık söz edemeyiz.
19. yüzyılda kendisini doğa bilimlerine benzetme konusunda en tutkulu bilim olarak iktisat bilimini görmekteyiz. Bir disiplin olarak iktisadın seyri; Batı düşüncesinin tarihsel varoluşunun insanlığı radikal bir şekilde biyolojik bir varlığa doğru götürdüğüne dair yazgısal serüveninin en iyi temsil edildiği seyirlerden biridir. Bu duruma, biraz geriden bakıldığında diğer bilimlerde de tanıklık edilebiliyor; ancak iktisatta çok daha somut bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla iktisatta rasyonalite ve artık pek söz edilmiyorsa da iktisatta insan kavramından konuşmak genel Batılı tarihsel serüvene ilişkin de konuşmak anlamına geliyor diyen Yılmaz için sorun; iktisadın matematikselleşmesi yahut doğa bilimlerine benzeme başarısının çokça olması değildir. Zira öyle olsaydı sorun; basit bir metodolojik tartışmadan ibaret kalırdı. Oysa iktisattaki bu matematikselleşme, felsefenin bağrından kopan ve kaderi galiba hepsinin bir çeşit matematikselleşmesinden ibaret olan ve kendine muhatap bildiği insan denilen varlığı giderek biyolojik bir varlığa indirgeyen bir serüvenin öyküsünü göstermektedir. İnsana ilişkin düşünme ameliyesi olan sosyal bilimlerin ama özellikle de iktisadın deneysel bilime doğru yol almaya başladığını ve bu deneysel bilime doğru gidişte de doğrudan doğruya insanların biyolojik varlıklarına odaklanarak bu işi gerçekleştirme çabasına giriştiklerini görmekteyiz. İktisatta şimdilik bir eğilim olarak durmaktalar ama yönelimi göstermekte, ima ve iddia etmektelerdir. Deneysel iktisatla, bu çatı altında yapılagelen faaliyet; bilinen insanı, diğer canlılardan bir canlı olarak gören anlayışı ifade etmektedir. İnsan diğer canlılardan bir canlı ise ve diğer canlıların davranışlarının anlaşılması; bedenlerinin anlaşılması ile gerçekleştirilebiliyorsa bu durum aynı şekilde insana ilişkin de geçerli olabilir. Dolayısıyla bir bireyin iktisada ilişkin davranışını da bu şekilde pekâlâ anlayabiliriz gibi bir netice önümüze çıkmaktadır.
İnsanı 'düşünen' ve 'eyleyen' bir varlık olarak iktisadın standart terminolojisinde rasyonel seçim teorisi çerçevesinde davranışlarını belirleyen, faydasını maksimize etmek üzere tutarlı davranan, tercihlerini tutarlı gerçekleştiren bir yaratık olarak tanımlayan Yılmaz; iktisatta rasyonel kavramının, insanın tercihlerini tutarlı gerçekleştirebilmesine denildiğini, rasyonel insanın ise son derece daraltılmış içsel tutarlılık varsayımı adı altında tanımlanmış bir davranış olduğunu belirtmiştir. Başta söylenen ergenlikle, iktisadın bilim olarak insan davranışlarının -beyinsel fonksiyonların işleyişinden yola çıkarak; insanın- anlaşılabilmesinin arasında ne gibi bir problem bulunmakta diye soracak olursak; çok hayati bir problemle karşı karşıya olduğumuzu fark ederiz.
Seminerin son bölümünde Feridun Yılmaz; 'İnsan; ölüme doğru varlıktır.' ifadesiyle 20. yüzyıl düşünürünün çok kökensel bir şeyi ifade etmiş olduğunu söylemektedir. Zira böylelikle yalnızca insanların öldüğünü; hayvanların, bitkilerin ölmediğini, onların bir biyolojik tarzdan başka bir biyolojik tarza dönüştüğünü; oysa insanların öldüğünü ve varoluşsal anlamda bir dönüşüm geçirdiğini iddia etmiştir. Bununla birlikte bilimler -sosyal bilimler de dâhil- ise genetiğe doğru odaklanarak aslında insanların da ölmediğini, tıpkı bitki ve hayvanlar gibi olduğunu, varoluşsal anlamda kadim-kendi dünyamızdan bildiğimiz ölüme ilişkin değil; bir biyolojik tarz değişimine uğradıklarını giderek bizlere öğretmeye başlamışlardır. Şimdilik ima etseler dahi giderek daha da iddia eder hâle geleceklerdir. Bu yönüyle de insan aslında insan olmaktan da çıkmaktadır. Kendi içinde sınırlı olan rasyonel davranışın bile ötesine gidilerek, tamamen genetiği üzerinden doğa bilimlerinden devşirilen bilgi ile hakkında konuşulan bir yaratıktan artık söz etmekteyizdir. Bu sebeple de ütopik fikirlerin gerçekleşme ihtimalini de hep çok yakınımızda hissediyoruz ve bu yüzden de aslında böyle bir tarihsel varoluşla ve kaderle yüz yüze olduğumuzu da unutamıyoruz. Garip olan ise şudur; böyle bir kaderin içine hiç doğmamış gibi davranmayı yeğliyoruz. Alternatif düşünce geliştirip buna itiraz etmek yahut bizim geleneğimiz farklıdır gibi ifadelerin hepsi anlamlı olsa dahi, o ifadelerin konforuna kendimizi bıraktığımız an aslında kendi konforumuzu tahkim ediyoruz sadece. Sanki o dünyaya hiç doğmamışız gibi konuşmayı ve karşılıklı birbirimizi kandırmaya devam etmeyi yeğliyoruz. Bir embriyoyu bir genetikçinin eline teslim ediyoruz. İsteğini, uygunsa buyurduklarını kabul ediyoruz. Ancak varoluşsal bir kaygıya sahipsek, içimizden atamadığımız bir uhde her zaman bize kendini hissettirmektedir. Yok, eğer ki bu şekilde değilsek, o vakit bu konforun içinde yaşıyoruz demektir. Sanki buraya doğmamış, sanki bunun içinde ölmeyecek ve sanki hiç imtihana tabi tutulmamışız gibi davranarak hayatı bir aldanma ile geçirme yolunu seçiyoruz demektir. Sorun; ne bilimlere, ne iktisada, ne ilahiyata ilişkin. Sorun; tarihsel varoluşa ilişkin bir sorundur diyen Yılmaz konuşmasını; 'insanlık modernlikle birlikte ergenlikte bırakılmıştır ama ergenlik çocuklukla karışık bir çeşit insanlık hâliydi. Şimdi ise -adı hâlâ modernlik olabilir belki ama- içinde yaşadığımız her ne ise bu yaşaya geldiğimiz süreç içerisinde bizler, çocuklukla karışık bir çeşit insanlık hâlinin de ötesinde, yeniden başladığımızın iddia edildiği yere; hayvanlığa doğru çağrılıyor, götürülüyor ve sürükleniyoruz.' şeklindeki sözleriyle bitirdi.
Başlangıç Tarihi | Başlangıç Saati | Bitiş Tarihi | Bitiş Saati | Yer |
---|---|---|---|---|
01 Ekim 2010 | 18:00 | 01 Ekim 2010 | 20:00 | Bağlarbaşı Kültür ve Sanat Merkezi |