GELENEĞİN BİRİKİMİNDEN YENİ BİR DÜŞÜNCENİN İNŞASINA...

BAĞIŞ E-BÜLTEN

23 Mayıs 2018

Rasyonalitenin Sınırları: İktisat Biliminde İnsan

Konuşmacı: Feridun Yılmaz

Uludağ Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi Feridun Yılmaz İLEM Açılış Konferansı çerçevesinde 'Rasyonalitenin Sınırları: İktisat Biliminde İnsan' konulu bir seminer verdi. İktisat disiplininin merkezî kavramlarından biri olan rasyonalite kavramının ele alındığı konferansta ras­yonalite ve iktisat ilişkisi bağlamında ortaya çıkan in­san tasavvuru irdelendi. İktisattaki hâkim teori içeri­sinde rasyonalite kavramı­nın kendisini felsefeden ay­rıştırma çabasının iktisat­ta ortaya çıkardığı izdüşüm­ler, Heidegger'den Gademer'e uzanan bir çizgide tartışıldı. 'Modernlik, insanı ergenlik­te bırakır!': Modern dünya­nın insanı ergenlikte bırak­manın da ötesine doğru ev­rildiği bir sürecin içinde bu­lunmaktayız; ancak yine de insanlığın ergenlikte duru­yor olması bir şekilde insanlıkta ısrar ettiği anlamına da gelmekte diyen Yılmaz'a göre bilimlerin ve Batı dü­şüncesinin insanın ergenlikten, insan olamayacağı hâle dönüştüğü bir süreç içerisinde olduğunu görebiliyo­ruz. Batı düşüncesinden burada kastedilen aynı zaman­da Batılı tarihsel varoluştur. Bizler de birer Batılı olarak doğmak mecburiyeti içerisindeyiz ve yine -her ne kadar itiraz etsek dahi- onun içerisinde öleceğiz. Zira Batı dü­şüncesinin serüveni, Batı düşüncesinin dışında olduğu­muzu belirleyen bizlerin de tarihsel varoluşumuzu be­lirleyebilecek yazgısal bir konuma gelmiştir. Bilimlerin, bilim olarak var olabilmelerinin tek imkânı; felsefenin yok olması ile mümkündü. Felsefenin, Batı düşüncesi­nin güzergâhını belirleyici rolü bilimlerin çıkışıyla sona ermiştir. Böylelikle, kendi içerisinde zenginleşmeye de­vam ettiğini savunsa dahi felsefenin düşünmeye yöne­lik katkısından artık söz edemeyiz. 19. yüzyılda kendisini doğa bilimlerine benzetme ko­nusunda en tutkulu bilim olarak iktisat bilimini gör­mekteyiz. Bir disiplin olarak iktisadın seyri; Batı düşün­cesinin tarihsel varoluşunun insanlığı radikal bir şekil­de biyolojik bir varlığa doğru götürdüğüne dair yazgı­sal serüveninin en iyi temsil edildiği seyirlerden biridir. Bu duruma, biraz geriden bakıldığında diğer bilimler­de de tanıklık edilebiliyor; ancak iktisatta çok daha so­mut bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla ik­tisatta rasyonalite ve artık pek söz edilmiyorsa da ikti­satta insan kavramından konuşmak genel Batılı tarihsel serüvene ilişkin de konuşmak anlamına geliyor diyen Yılmaz için sorun; iktisadın matematikselleşmesi yahut doğa bilimlerine benzeme başarısının çokça olması de­ğildir. Zira öyle olsaydı sorun; basit bir metodolojik tar­tışmadan ibaret kalırdı. Oysa iktisattaki bu matematik­selleşme, felsefenin bağrından kopan ve kaderi galiba hepsinin bir çeşit matematikselleşmesinden ibaret olan ve kendine muhatap bildiği insan denilen varlığı gide­rek biyolojik bir varlığa indirgeyen bir serüvenin öykü­sünü göstermektedir. İnsana ilişkin düşünme ameliye­si olan sosyal bilimlerin ama özellikle de iktisadın de­neysel bilime doğru yol almaya başladığını ve bu deney­sel bilime doğru gidişte de doğrudan doğruya insanla­rın biyolojik varlıklarına odaklanarak bu işi gerçekleş­tirme çabasına giriştiklerini görmekteyiz. İktisatta şim­dilik bir eğilim olarak durmaktalar ama yönelimi gös­termekte, ima ve iddia etmektelerdir. Deneysel iktisatla, bu çatı altında yapılagelen faaliyet; bilinen insanı, diğer canlılardan bir canlı olarak gören anlayışı ifade etmek­tedir. İnsan diğer canlılardan bir canlı ise ve diğer canlı­ların davranışlarının anlaşılması; bedenlerinin anlaşıl­ması ile gerçekleştirilebiliyorsa bu durum aynı şekilde insana ilişkin de geçerli olabilir. Dolayısıyla bir bireyin iktisada ilişkin davranışını da bu şekilde pekâlâ anlaya­biliriz gibi bir netice önümüze çıkmaktadır. İnsanı 'düşünen' ve 'eyleyen' bir varlık olarak iktisadın standart terminolojisinde rasyonel seçim teorisi çerçe­vesinde davranışlarını belirleyen, faydasını maksimi­ze etmek üzere tutarlı davranan, tercihlerini tutarlı ger­çekleştiren bir yaratık olarak tanımlayan Yılmaz; ikti­satta rasyonel kavramının, insanın tercihlerini tutar­lı gerçekleştirebilmesine denildiğini, rasyonel insanın ise son derece daraltılmış içsel tutarlılık varsayımı adı altında tanımlanmış bir davranış olduğunu belirtmiş­tir. Başta söylenen ergenlikle, iktisadın bilim olarak in­san davranışlarının -beyinsel fonksiyonların işleyişin­den yola çıkarak; insanın- anlaşılabilmesinin arasın­da ne gibi bir problem bulunmakta diye soracak olur­sak; çok hayati bir problemle karşı karşıya olduğumu­zu fark ederiz. Seminerin son bölümünde Feridun Yılmaz; 'İnsan; ölüme doğru varlıktır.' ifadesiyle 20. yüzyıl düşünürü­nün çok kökensel bir şeyi ifade etmiş olduğunu söyle­mektedir. Zira böylelikle yalnızca insanların öldüğünü; hayvanların, bitkilerin ölmediğini, onların bir biyolo­jik tarzdan başka bir biyolojik tarza dönüştüğünü; oysa insanların öldüğünü ve varoluşsal anlamda bir dönü­şüm geçirdiğini iddia etmiştir. Bununla birlikte bilimler -sosyal bilimler de dâhil- ise genetiğe doğru odaklana­rak aslında insanların da ölmediğini, tıpkı bitki ve hay­vanlar gibi olduğunu, varoluşsal anlamda kadim-kendi dünyamızdan bildiğimiz ölüme ilişkin değil; bir biyolo­jik tarz değişimine uğradıklarını giderek bizlere öğret­meye başlamışlardır. Şimdilik ima etseler dahi giderek daha da iddia eder hâle geleceklerdir. Bu yönüyle de in­san aslında insan olmaktan da çıkmaktadır. Kendi için­de sınırlı olan rasyonel davranışın bile ötesine gidilerek, tamamen genetiği üzerinden doğa bilimlerinden dev­şirilen bilgi ile hakkında konuşulan bir yaratıktan artık söz etmekteyizdir. Bu sebeple de ütopik fikirlerin ger­çekleşme ihtimalini de hep çok yakınımızda hissediyo­ruz ve bu yüzden de aslında böyle bir tarihsel varoluşla ve kaderle yüz yüze olduğumuzu da unutamıyoruz. Ga­rip olan ise şudur; böyle bir kaderin içine hiç doğma­mış gibi davranmayı yeğliyoruz. Alternatif düşünce ge­liştirip buna itiraz etmek yahut bizim geleneğimiz fark­lıdır gibi ifadelerin hepsi anlamlı olsa dahi, o ifadele­rin konforuna kendimizi bıraktığımız an aslında kendi konforumuzu tahkim ediyoruz sadece. Sanki o dünyaya hiç doğmamışız gibi konuşmayı ve karşılıklı birbirimi­zi kandırmaya devam etmeyi yeğliyoruz. Bir embriyoyu bir genetikçinin eline teslim ediyoruz. İsteğini, uygun­sa buyurduklarını kabul ediyoruz. Ancak varoluşsal bir kaygıya sahipsek, içimizden atamadığımız bir uhde her zaman bize kendini hissettirmektedir. Yok, eğer ki bu şekilde değilsek, o vakit bu konforun içinde yaşıyoruz demektir. Sanki buraya doğmamış, sanki bunun içinde ölmeyecek ve sanki hiç imtihana tabi tutulmamışız gibi davranarak hayatı bir aldanma ile geçirme yolunu seçi­yoruz demektir. Sorun; ne bilimlere, ne iktisada, ne ila­hiyata ilişkin. Sorun; tarihsel varoluşa ilişkin bir sorun­dur diyen Yılmaz konuşmasını; 'insanlık modernlikle birlikte ergenlikte bırakılmıştır ama ergenlik çocukluk­la karışık bir çeşit insanlık hâliydi. Şimdi ise -adı hâlâ modernlik olabilir belki ama- içinde yaşadığımız her ne ise bu yaşaya geldiğimiz süreç içerisinde bizler, çocuk­lukla karışık bir çeşit insanlık hâlinin de ötesinde, yeni­den başladığımızın iddia edildiği yere; hayvanlığa doğ­ru çağrılıyor, götürülüyor ve sürükleniyoruz.' şeklinde­ki sözleriyle bitirdi.

Uludağ Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi Feridun Yılmaz İLEM Açılış Konferansı çerçevesinde 'Rasyonalitenin Sınırları: İktisat Biliminde İnsan' konulu bir seminer verdi.


İktisat disiplininin merkezî kavramlarından biri olan rasyonalite kavramının ele alındığı konferansta ras­yonalite ve iktisat ilişkisi bağlamında ortaya çıkan in­san tasavvuru irdelendi. İktisattaki hâkim teori içeri­sinde rasyonalite kavramı­nın kendisini felsefeden ay­rıştırma çabasının iktisat­ta ortaya çıkardığı izdüşüm­ler, Heidegger'den Gademer'e uzanan bir çizgide tartışıldı.


'Modernlik, insanı ergenlik­te bırakır!': Modern dünya­nın insanı ergenlikte bırak­manın da ötesine doğru ev­rildiği bir sürecin içinde bu­lunmaktayız; ancak yine de insanlığın ergenlikte duru­yor olması bir şekilde insanlıkta ısrar ettiği anlamına da gelmekte diyen Yılmaz'a göre bilimlerin ve Batı dü­şüncesinin insanın ergenlikten, insan olamayacağı hâle dönüştüğü bir süreç içerisinde olduğunu görebiliyo­ruz. Batı düşüncesinden burada kastedilen aynı zaman­da Batılı tarihsel varoluştur. Bizler de birer Batılı olarak doğmak mecburiyeti içerisindeyiz ve yine -her ne kadar itiraz etsek dahi- onun içerisinde öleceğiz. Zira Batı dü­şüncesinin serüveni, Batı düşüncesinin dışında olduğu­muzu belirleyen bizlerin de tarihsel varoluşumuzu be­lirleyebilecek yazgısal bir konuma gelmiştir. Bilimlerin, bilim olarak var olabilmelerinin tek imkânı; felsefenin yok olması ile mümkündü. Felsefenin, Batı düşüncesi­nin güzergâhını belirleyici rolü bilimlerin çıkışıyla sona ermiştir. Böylelikle, kendi içerisinde zenginleşmeye de­vam ettiğini savunsa dahi felsefenin düşünmeye yöne­lik katkısından artık söz edemeyiz.


19. yüzyılda kendisini doğa bilimlerine benzetme ko­nusunda en tutkulu bilim olarak iktisat bilimini gör­mekteyiz. Bir disiplin olarak iktisadın seyri; Batı düşün­cesinin tarihsel varoluşunun insanlığı radikal bir şekil­de biyolojik bir varlığa doğru götürdüğüne dair yazgı­sal serüveninin en iyi temsil edildiği seyirlerden biridir. Bu duruma, biraz geriden bakıldığında diğer bilimler­de de tanıklık edilebiliyor; ancak iktisatta çok daha so­mut bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla ik­tisatta rasyonalite ve artık pek söz edilmiyorsa da ikti­satta insan kavramından konuşmak genel Batılı tarihsel serüvene ilişkin de konuşmak anlamına geliyor diyen Yılmaz için sorun; iktisadın matematikselleşmesi yahut doğa bilimlerine benzeme başarısının çokça olması de­ğildir. Zira öyle olsaydı sorun; basit bir metodolojik tar­tışmadan ibaret kalırdı. Oysa iktisattaki bu matematik­selleşme, felsefenin bağrından kopan ve kaderi galiba hepsinin bir çeşit matematikselleşmesinden ibaret olan ve kendine muhatap bildiği insan denilen varlığı gide­rek biyolojik bir varlığa indirgeyen bir serüvenin öykü­sünü göstermektedir. İnsana ilişkin düşünme ameliye­si olan sosyal bilimlerin ama özellikle de iktisadın de­neysel bilime doğru yol almaya başladığını ve bu deney­sel bilime doğru gidişte de doğrudan doğruya insanla­rın biyolojik varlıklarına odaklanarak bu işi gerçekleş­tirme çabasına giriştiklerini görmekteyiz. İktisatta şim­dilik bir eğilim olarak durmaktalar ama yönelimi gös­termekte, ima ve iddia etmektelerdir. Deneysel iktisatla, bu çatı altında yapılagelen faaliyet; bilinen insanı, diğer canlılardan bir canlı olarak gören anlayışı ifade etmek­tedir. İnsan diğer canlılardan bir canlı ise ve diğer canlı­ların davranışlarının anlaşılması; bedenlerinin anlaşıl­ması ile gerçekleştirilebiliyorsa bu durum aynı şekilde insana ilişkin de geçerli olabilir. Dolayısıyla bir bireyin iktisada ilişkin davranışını da bu şekilde pekâlâ anlaya­biliriz gibi bir netice önümüze çıkmaktadır.


İnsanı 'düşünen' ve 'eyleyen' bir varlık olarak iktisadın standart terminolojisinde rasyonel seçim teorisi çerçe­vesinde davranışlarını belirleyen, faydasını maksimi­ze etmek üzere tutarlı davranan, tercihlerini tutarlı ger­çekleştiren bir yaratık olarak tanımlayan Yılmaz; ikti­satta rasyonel kavramının, insanın tercihlerini tutar­lı gerçekleştirebilmesine denildiğini, rasyonel insanın ise son derece daraltılmış içsel tutarlılık varsayımı adı altında tanımlanmış bir davranış olduğunu belirtmiş­tir. Başta söylenen ergenlikle, iktisadın bilim olarak in­san davranışlarının -beyinsel fonksiyonların işleyişin­den yola çıkarak; insanın- anlaşılabilmesinin arasın­da ne gibi bir problem bulunmakta diye soracak olur­sak; çok hayati bir problemle karşı karşıya olduğumu­zu fark ederiz.


Seminerin son bölümünde Feridun Yılmaz; 'İnsan; ölüme doğru varlıktır.' ifadesiyle 20. yüzyıl düşünürü­nün çok kökensel bir şeyi ifade etmiş olduğunu söyle­mektedir. Zira böylelikle yalnızca insanların öldüğünü; hayvanların, bitkilerin ölmediğini, onların bir biyolo­jik tarzdan başka bir biyolojik tarza dönüştüğünü; oysa insanların öldüğünü ve varoluşsal anlamda bir dönü­şüm geçirdiğini iddia etmiştir. Bununla birlikte bilimler -sosyal bilimler de dâhil- ise genetiğe doğru odaklana­rak aslında insanların da ölmediğini, tıpkı bitki ve hay­vanlar gibi olduğunu, varoluşsal anlamda kadim-kendi dünyamızdan bildiğimiz ölüme ilişkin değil; bir biyolo­jik tarz değişimine uğradıklarını giderek bizlere öğret­meye başlamışlardır. Şimdilik ima etseler dahi giderek daha da iddia eder hâle geleceklerdir. Bu yönüyle de in­san aslında insan olmaktan da çıkmaktadır. Kendi için­de sınırlı olan rasyonel davranışın bile ötesine gidilerek, tamamen genetiği üzerinden doğa bilimlerinden dev­şirilen bilgi ile hakkında konuşulan bir yaratıktan artık söz etmekteyizdir. Bu sebeple de ütopik fikirlerin ger­çekleşme ihtimalini de hep çok yakınımızda hissediyo­ruz ve bu yüzden de aslında böyle bir tarihsel varoluşla ve kaderle yüz yüze olduğumuzu da unutamıyoruz. Ga­rip olan ise şudur; böyle bir kaderin içine hiç doğma­mış gibi davranmayı yeğliyoruz. Alternatif düşünce ge­liştirip buna itiraz etmek yahut bizim geleneğimiz fark­lıdır gibi ifadelerin hepsi anlamlı olsa dahi, o ifadele­rin konforuna kendimizi bıraktığımız an aslında kendi konforumuzu tahkim ediyoruz sadece. Sanki o dünyaya hiç doğmamışız gibi konuşmayı ve karşılıklı birbirimi­zi kandırmaya devam etmeyi yeğliyoruz. Bir embriyoyu bir genetikçinin eline teslim ediyoruz. İsteğini, uygun­sa buyurduklarını kabul ediyoruz. Ancak varoluşsal bir kaygıya sahipsek, içimizden atamadığımız bir uhde her zaman bize kendini hissettirmektedir. Yok, eğer ki bu şekilde değilsek, o vakit bu konforun içinde yaşıyoruz demektir. Sanki buraya doğmamış, sanki bunun içinde ölmeyecek ve sanki hiç imtihana tabi tutulmamışız gibi davranarak hayatı bir aldanma ile geçirme yolunu seçi­yoruz demektir. Sorun; ne bilimlere, ne iktisada, ne ila­hiyata ilişkin. Sorun; tarihsel varoluşa ilişkin bir sorun­dur diyen Yılmaz konuşmasını; 'insanlık modernlikle birlikte ergenlikte bırakılmıştır ama ergenlik çocukluk­la karışık bir çeşit insanlık hâliydi. Şimdi ise -adı hâlâ modernlik olabilir belki ama- içinde yaşadığımız her ne ise bu yaşaya geldiğimiz süreç içerisinde bizler, çocuk­lukla karışık bir çeşit insanlık hâlinin de ötesinde, yeni­den başladığımızın iddia edildiği yere; hayvanlığa doğ­ru çağrılıyor, götürülüyor ve sürükleniyoruz.' şeklinde­ki sözleriyle bitirdi.

Başlangıç Tarihi Başlangıç Saati Bitiş Tarihi Bitiş Saati Yer
01 Ekim 2010 18:00 01 Ekim 2010 20:00 Bağlarbaşı Kültür ve Sanat Merkezi