GELENEĞİN BİRİKİMİNDEN YENİ BİR DÜŞÜNCENİN İNŞASINA...

BAĞIŞ E-BÜLTEN

25 Nisan 2018

Ahlaki Müeyyide Üzerine Konuşmalar-5 Ayhan Çitil'in

İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi içerisinde gerçekleşen Ahlâkî Müeyyide Üzerine Konuşmalar Dizisi’nin bu ayki konuğu 29 Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Ayhan Çitil’di. “Ahlâkî Müeyyide ve Biz” başlıklı konuşmasına Çitil, müeyyide konusunu ahlâksızlara ya da ahlâksızlığa değil de belli bir ahlâk anlayışına yöneltilen müeyyide biçimi olarak sınırladığını ifade ederek başladı. Çitil’e göre günümüzde İslam ahlâk düşüncesi kendisini ahlâkın sahibi olarak konumlandırmışken, ahlâkî müeyyidenin muhatabı olmaktadır. Ancak bu ahlâkî müeyyideyi, ahlâk meselesini, meselenin sahibi olarak ele aldığımız için fark etmediğimizi belirten konuşmacı, sunumun amacını bu farkındalığı sağlamak olarak belirledi. Ayrıca ona göre bunun farkında olmamanın özellikle Müslüman bireyin özneleşememesine sebep olduğunu belirtti. Konuşmanın seyrini öncelikle “Biz” kavramının ve dolayısıyla iktidar fikrinin ortaya çıkması bağlamında cevherin varlığı ve cevherler arası etkileşimin ortaya konulması, ikinci olarak tarih boyunca bu “Biz” anlayışında meydana gelen değişiklikler, “Biz” kavramının doğal sonucu olan ahlâkî müeyyidenin İslam üzerine uygulamasının bir örneği olarak İslamofobi ve son olarak da İslam ahlâk düşüncesinin temel sorunu ve çözüm önerileri başlıklarıyla ifade eden Çitil, cevher meselesini anlatarak konuşmasına devam etti.

Cevherin varlığının ispatlanmasının felsefe tarihinde iki temel yolla olduğunu söyleyen konuşmacı, dilden hareket ederek ve bilinçten hareket ederek cevheri ortaya koyan iki görüşü özetleyerek bu görüşlerin gerçekten cevheri ortaya koyup koyamayacağını sorguladı ve kuşkucu filozofların bu konuda oldukça etkili karşı kanıtlamalar ileri sürdüklerini belirtti. “O halde herhangi bir somut bireyin duyusal alanda varlığından nasıl söz edebiliriz?” sorgulaması yaparak Platon’un ergon – işlev” kavramını devreye sokan Çitil, bunun da henüz “Biz”i oluşturamadığını söyleyerek beni ben yapan şeyin ne olduğunu soruşturup beni ben yapan yani benim aslî işlevimin “akletme” olduğunu ortaya koyarak insanların bu akletme faaliyetinin de ancak, “ben”in bu akletme faaliyetini içinde sürdüreceği benlerin çokluğunun mevcut olduğu “politik” bir bağlamda mümkün olduğunu ortaya koydu. Böylece kendisi gibi olmayanların kendisi gibi olmasını arzu eden bir “biz”in, daima ahlâkî üstünlüğe sahip olanı “özne” sayan “iktidar” ile birlikte düşünülmesi gerekmektedir. Burada dünyayı tek bir devlet çatısı altında birleştirmek hedefinde olan İskender’in “kolonileşme” uygulamasını örnek olarak veren Çitil, “kolonileştirme fikrinin sadece bir kolonileştirmeyi içermediğini söyledi. Nitekim ona göre gittiğiniz yerde nasıl düşündüğünüzü ‘biz’i nasıl kurduğunuzu anlatıyorsunuz. Oradaki herhangi bir kişi, bunu anladığında ve bunu kabul ettiğinde zaten o da sizin ‘biz’inizin bir parçası oluyor. Artık o sadece sizin dilinizi konuşan sizinle ticaret yapan bir kişi değil, size belleği devşirilen bir kişi oluyor.”

Konuşmacı ayrıca tarihsel olarak bu “biz” anlayışının geçirdiği değişikliğin iki yönü olduğunu belirtti. Buna göre belli tarihsel dönemlerde iktidar tarafından belirlenen dolayısıyla değişen ahlâkî söyleme uygun davranan ve bunu savunan, ahlâkî üstünlüğe sahiptir ve öznedir. Her ne kadar tarihsel olarak ahlâkî söylem değişse de ahlakî üstünlüğe sahip “biz”i kurmak aslında değişmemektedir. Felsefenin görevi bu ahlâkî söylemin dönemin şartlarına uygun bir şekilde dile getirilmesidir. Örneğin cinsel kimlik hakkında konuşacak bir kişi, dinlenebilmek için biyolojideki verileri göz önünde bulundurmak zorundadır. İslam ahlâk düşüncesinin de en önemli eksiklerinden biri bu ahlâkî söylemi kuramamış olmasıdır. Konuşmacı burada ahlâkî üstünlüğe sahip “biz”in değişmediğini göstermek için Spinoza ve Kant’ta, değişen fizik anlayışına uygun olarak ortaya konan ahlâk anlayışlarından örnek verdi. Örneğin Spinoza’daki “Bizim için mutlak anlamda erdemli hareket etmek aklın kılavuzluğunda hareket etmek, yaşamak ve varlığımızı sürdürmek demektir. Bu üç eylem de aynı anlama gelir. Bu da kendi yararımızı gözetmekten kaynaklanır” alıntısında “aklın kılavuzluğunda hareket etme”yi “ergon” olarak yorumlamış ve bu alıntıdaki anlayışın “biz” kurgusu açısından daha uygun olduğunu belirtmiştir. Yine kendi davranışlarımıza diğer akleden bireylerle sınır çektiğimiz için kendi yasasını koyan “ben”in cevher olabileceğini, yani ancak “öteki”ni cevher saymakla cevher olabilmemizi mümkün gören Kant’ın Platon’un, mekanik fiziğe sofistike bir şekilde uyarlanması olduğunu düşünür.

Bu düşüncenin iki tarih anlayışı ortaya çıkardığını belirterek akletmeyi mümkün kılan devlet’in ancak bir süreç – akış içerisinde zorunlu olarak oluştuğunu düşünen Çitil, Hegel’in de savunucusu olduğu tarih anlayışı ile devlet’in oluşabilmesi için sürekli bir ahlâkî çaba içerisinde bulunmak gerektiğini düşünen ahlâkî aktivizm düşüncesini açıkladı. Bu iki düşünce de “En muktedir kral yapılmakta olanı buyurandır” deyişinde olduğu gibi davrandıklarından eleştirilmeleri çok güç söyleme sahiptir.

Tarihsel olarak her dönemde iktidarın dönemin bilimini dikkate alan bir ahlâkî söyleme dayalı olarak kurulduğunu, kendisi dışında öteki olarak gördüğü ahlâk anlayışına müeyyide uyguladığını ve kendi belirlediği ahlâkî üstünlüğe sahip olanı siyasi anlamda özneleştirdiğini belirten konuşmacı, her türlü müeyyidenin “biz”in dışına koymak olduğunu, “biz”den dışlamak anlamına geldiğini belirterek bu sistemin mükemmel ahlâk sahibi somut insanı şer olarak görmesini de sistemin gereği paradoksal bir durum olduğunu belirtti. Yani herkesin mükemmel olduğu durumda böyle bir “iktidar” mümkün değildir. Bu ötekileştirmenin sadece özneleştirilmek istenen “ahlâksız” bireyler için değil de başka ahlâkî sistemler için olması da mümkündür. “İslamofobi” bunun ilginç bir örneğidir. Burada bir din olarak İslam, korkunun nesnesi haline getirilmiş ve buna o ad verilerek ötekileştirilmiştir. Bu ötekileşmenin bir coğrafyayla ilgisi olmadığını da özellikle vurgulayan konuşmacı bunun “iktidar”ı düşünüş biçimiyle bağlantılı olduğunu ifade etti. İslamofobi’nin daha önce değil de şimdi ortaya çıkma sebebini de bir söylemi en çok sahiplenenin tarihte bunu en çok çiğneyen olarak karşımıza çıkması, yani normla gerçeklik arasındaki uçuruma ve dünyada vaat edilen cennetin (açlığın geldiği boyutlar gibi) çok uzağında bulunmaya bağladı. Neticede Çitil, bu ahlâkî yapının sonucunda söylem hala çok güçlü olmasına rağmen icraat bulunmadığından bir tıkanıklık ortaya çıktığını ifade etti.

Konuşmacı İslam ahlâk düşüncesi tarafındaki sorunu ise çelişkili şeylerin arzulanması olarak belirtti ve İslam düşüncesinin örneğin iktidarı istemekte ama dünyevileşmeyi istememekte olduğunu söyledi. Akademideki bir Müslüman birey, parçası olduğu akademinin Tanrıyı ortadan kaldırmak şeklinde öngördüğü amacının gerçekleştirmek ile ahlâkî düşüncesinin gereğini yapmak arasında bölünmekte, “şizoik” bir durum yaşamaktadır. Bu konuda yapılması gereken gerçek bir felsefe yapmaktır. Yani ahlâkî söylemin kuruluşu meselesine ciddi bir şekilde eğilmektir. Çitil’e göre felsefe yapmak ahlâkî söylemin tarihsel olarak bulunulan döneme uygulanması demek olduğundan bu hesaplaşmaya girmediğimiz sürece özneleşme mümkün olmayacaktır. Konuşmasını “ahlakî üstünlük” yerine “üstün ahlâk” ın hedeflenmesi gerektiğini belirterek sonlandıran Çitil, ardından gelen soruları cevaplandırdı.